31 Ağustos 2010 Salı

Pucca ..




Bu kitabı okuyan var mı ?
Son zamanlarda en çok satanlar arasında başı çekiyor...Yani kendisi halay başı diyebilirim :) Ve okuyanlar çok eğlenceli olduğunu yazmışlar her yerde ...
Eeee peki sizin aranızda okuyan var mı?

30 Ağustos 2010 Pazartesi

DÜŞ YORGUNU/GÜLNAZ ELİAÇIK


Hiç sevmedin sen beni… Darağacına kurulmuş düşler sokağında geçti ömrüm, söyleyeceğin tek bir sözü beklemekte gönlüm…

Puslu bir suskunluk var şimdi gözlerinde. Hiç gülmezdi yüzün, kaşların her daim çatıkdı gönlüme.

Sen beni hep çok gördün kendine, az geldim kendime, yetemedim yine düş sokağında darağacı kurmuş gönüllere.

Düş yorgunu hayaller satıyorum alan çıkmayacak mı? En indirimli fiyatıyla hem de, kredi kartına on aşk taksidiyle! Yağmur yağmış biraz üzerine, rüzgâr değmiş tenine ama ütüsü hiç bozulmamış, dikişi sağlam bir düş satıyorum size. Alan yok mu yine?

Küçücük bir kız çocuğuyum hâlâ, izin verselerdi düşler kuracaktım yarınlara… Sıfır beş yaş arası aşkım sürüyor hâlâ ama sen hiç bakmadın bana! Soğukluğunla mundar ettin bende ki sevdayı da!

Yorgun düşler var gönlümü kiralamaya aday, fiyatta anlaşamıyoruz yine! Arkasına baka baka uzaklaşan düşler var ellerimde! Düşler sokağına yarınlarımı bırakıyorum yine. Mümkünü yok muydu beni biraz sevmenin, sevmesen bile sever gibi görünmenin? Bu kadar zor muydu iki kelimelik bir cümleyi kurmak. Ah! İşkence ettiğin yanlarım, ruhumda bıraktığın izbe yaralar…

Bir çocuk bunca yenilgiyi nasıl taşırdı ki omuzlarında? Ben taşıdım baba, sevgiziliğine rağmen sevdim seni. Geceleri üzerimi örtmedin belki ama düşlerim başkahraman olarak hep seni seçti.

Başımı okşadığını hiç bilmem nedense. Oysa saçlarım parmakların arasında ılgıt ılgıt gezinmek istemişti. Anadolu’da böyleydi erkeklik belki de, uyuduğumda severmişsin beni, annem hep öyle söylerdi.

Sahi geceleri üzerimi çok açar mıydım baba, geceleri uykunu bölüp kaç kez üzerimi örttün acaba? Bir kerecik olsun üzerimi örterken uyanmayı dilemiştim küçük ölüme yatmadan daha? Hiç uyanamadım ama görmedim hiç üzerime eğilişini.

Ayaklarına terlik giy, sırtına hırka, deyişin hala kulaklarımda. Hadi şimdi de söylesene baba, kulaklarım o azarlı sevgiyi istiyor yine. Sen en çok azarlarken severdin beni de.

Sen yoksun, ayaklarımda ki terlikler yine masa altına tünemiş, hırkalar askıları ısıtır oldu, üzerine al diyen yok ya sırtıma giymek gelmiyor aklıma!

Toprak bizi yendi bana, toprak bizi yendi!

Her gece düşlerimde sarıldığımsın artık benim, saçlarımı usulca kavrayan, dizlerine yatırıp devler ülkesinden masallar anlatan, ellerim üşüdüğünde iki elinin arasına alıp nefesiyle ısıtan adam; babam!

Bir kere olsun kokuna bulanmak istiyor tenim. Öpmek istiyorum yüreğinden seni, kaldır buzları aradan. İçimdeki sevda beklerse az daha küfünden sevilmeyecek!

Kırpık hayaller var ellerimde, çocukluğumdan kalma yaralar. Akşam gezmelerinin dönüşünde salıncakta sallanan bir kız var düşlerimde. O salıncağın yerini otopark yaptılar şimdilerde. Hayallerimin üzerini örtemedi ama hiç kimse. Yol ağzından geçerken o salıncağın sokağı inleten gıcırtısı hâlâ üzerimde…

Şimdiler de seni sana yazıyorum ha bire! Ellerimde kalan hiçbir şey yok sana dair ama içimde hatıran öyle çok ki. Tek bir günü bekliyorum babam, sadece o günü sana sıkı sıkı sarılacağım ve hesapsızca ağlayacağım o günü.

Gün geceden doğarmış ve gece yine güne dönermiş. Birbirimizi hırpalayıp yine soluğu kendimizde almamız gibi. Ne diyorlardı buna şimdiki adıyla, hah! Tamam, buldum baba ; “Kuşak çatışması” deniyordu galiba!

Kuşaklar arası otobüslerde inecek ortak bir durak bulamadık belki de. Ama hiçbir zaman yalnız bırakmadık da birbirimizi.

Şimdi yokluğun sıfırın altında eksi on derece! Buz tutum sensizlikte! Bunca yazarken sana yüreğimin buzunu eritecek bir cümle arıyorum belki de, yok ama! Sensizken kurulan her cümle bile öyle yavan ki!

Olsan şimdi yanı başımda, televizyon seyrederken söylensen yine, siyasetçilere sövsen, futbolculara taktikler versen, gece yarılarına kadar politik tartışmalar izlesen. Bana yine saati hatırlatsan… Ah ah , keşke yanımda olsan.!

Şimdi “gücüm ne toprağı yenip sensizliğe ulaşmaya yetiyor” ne de yokluğuna katlanmaya!

Bana dair ne düşlerin vardı kim bilir, hepsini yıktım, bir şey olmaktan çok kocaman bir hiç oldum. Göğsünü kabartacak bir eylemim olmadı, kızdın bana. Sözlerinle yaraladın, yaralar kabuk bağladı baba, nerdesin? Çağırsam duyulur mu sesim? Sesime ses verir misin?

Her gidişin bir sebebi vardır ya babam, senin sebebin neydi? Kimler üzdü seni de ilk defa “bir şey istiyor musunuz akşama” demeden çıktın evden. Eve dönme saatin geldiğinde kulağım hâlâ kapıda bekler, sanki geleceksin diye. Kabullenmiyor gönlüm gelemeyecek kadar uzağa gittiğini.

Gittin, ardında kocaman bir yokluk bıraktın ellerimde. Düş yorgunu hayaller taşıyorum sana dair sol yanımda. Ve sıcaklığını isminin yazdığı o buz gibi taşta saklıyorum hâlâ…

Oysa neler düşlemiştim adına, yokluğunu varsaymak bunca söyletiyorsa beni varsayımdan çıkan bir yokluğu düşlemek gelmesin hiç aklıma!

Gülnaz Eliaçık
Ocak-Şubat 2009

Bu güzel yazı için canım arkadaşım Gülaz Eliaçık'a teşekür ederim .

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Mutluluk !




Bugün nedendir bilmiyorum ama içimde acayıp bir mutluluk var. Garip bir sırıtma oturyor yüzüme :D Hayır bu durumdan kurtulmak için kendimi zor tutuyorum insanlar bu kız neden sırıtıyor kendi kendildisine diye dememeleri için ama napayım çok mutluyum çokkkk !

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Listemdeki Kitaplar ...

Uzundur kitap alıp okuyammaış bir kişi olarakdan hayalini kurduğum bir kaç kitap ...Gözü kör olsun bu parasızlığın ne diyebilirim ki başka :(








Arka Kapak

Ahmet Ümit'in beklenen romanı İstanbul Hatırası 1 Haziran tarihinde okurlarla buluşuyor. Romanlarında zengin arka planı polisiye kurgu içinde vermekteki ustalığı ile bilinen Ahmet Ümit'in bu romanı da yine peş peşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış. Ancak bu kitabı sıradan bir polisiye romandan ayıran birçok özellik var. Her şeyden önce zengin kadrosu ile İstanbul Hatırası, çeşitli kesimlerden İstanbulluyu bir araya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin bir yapı sunuyor. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan gerilimin etkisini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.
Kitabın bir başka önemli özelliği de İstanbul hakkında son derece detaylı bilgi içermesi. Kurgunun içine yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getiriyor hem de tarih aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkan tanıyor. Böylece Ahmet ümit'in İstanbul Hatırası adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz İstanbul'unun geniş bir panoramasını oluşturuyor. Tutucusundan modernine, eski İstanbullusundan yeni göç etmişine, milliyetçisinden gayrı Müslim'ine varana dek İstanbullu diye adlandırılabilecek herkes bu kitabın içinde kendi öyküleriyle birlikte İstanbul'un devasa çarklarının dişlilerini dile getiriyor. Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul başrolü oluştururken romana girip çıkan her karakter de İstanbul'un nasıl İstanbul olduğunu aktarıyor.


Yazar:Ahmet Ümit

Sayfa Sayısı: 590
Dili: Türkçe
Yayınevi: Everest Yayınları




İnci Aral
TURKUVAZ KİTAP

Acısını suskunluğa dönüştüren bir çocuk, kaybettiği annesiyle kâğıt üzerinde yeniden karşılaşıp onun küçük bir ajandaya düştüğü duygu ve hatırlayışların diliyle edebiyatı keşfettiğinde nasıl olup da kendi sesini duymaya başlar?

İnci Aral, otuz yılı aşan edebiyat uğraşının bu noktasında duruyor ve Tolga Meriç’in sorularına verdiği yanıtlarda kendini, tıpkı romanlarından birinin kahramanıymışçasına irdeliyor. Parçalanıp dağılmış bir aile, beslemelerle paylaşılmış odalar, parasız yatılı okullar, mektuplar, yolculuklar, uçurumlar, şehirler, şarkılar ve tabii öldürücü aşklar ama hepsinden daha büyük bir aşkla bağlanılmış kitaplarla kâğıtlar.

"İnsan unutmak zorundadır. Ama bu unutmanın kendisi değildir. Unutmak yoktur," diyen İnci Aral’ın hem özel hem de yazarlık dünyasını okurun açtığı, yazıya adanmış kalbinin ve zihninin bütün odalarını tek tek dolaştığı bu anlatı, hayatına edebiyatın, edebiyatına hayatın ışıklarını düşürebilen bir yazarı daha iyi tanımak, yazdıklarının derinine girmek ve yazma tutkusunun ne olduğunu anlamak isteyenler için...






Bıkma Yaşa
Aydın Boysan


Bıkma Yaşa
Aydın Boysan
Aydın Boysan’ın 37. kitabı BIKMA YAŞA, zekâ ve neşenin keskinleştirdiği mizahla 89 yaşın hayat tecrübesini bir araya getiriyor. Dostlar ve anılar usta yazarın kalemiyle yeniden canlanıyor. Aydın Boysan okurlarını sadece geçmiş günlerde değil, yine dünyanın dört bir yanında dolaştırıyor. Sanat, mizah ve içki konusundaki sohbetle renklenen BIKMA YAŞA, Aydın Boysan’ın zaman ve evren konusundaki düşünceleriyle katı gerçeklere neşe katıyor...
(209 Sayfa)
Yazar : Aydın Boysan
Yayın evi : Is Bankasi Yayinlari






Kitabın Adı Kızlarıma Mektuplar
Kitabın Yazarı Emre KONGAR
Yayınevi ve Adresi Remzi Ktabevi, İstanbul
Basım Yılı 2001

KİTABIN ÖZETİ

Emre KONGAR bu kitabında; Amerika Birleşik Devletleri'ne eğitim-öğretim görmek amacıyla, birer yıl arayla giden ikiz kızlarına hitaben yazdığı 22 mektubu okurlarıyla paylaşmaktadır. Mektuplar; her ne kadar hasretlik ve gurbette olmaktan dolayı duygusal öğeler içerse de, yazarın baba kimliğinden daha çok bilim adamı kimliğini ön plana çıkarmaktadır. Okur, kitapta, yazarın kızlarıyla doğumlarından bu yana olan ilişkilerine göz atma fırsatı bulurken aynı zamanda büyük kentte yaşayan, ebeveynleri çalışan çocukların dünyasını inceleme ve bunları Türk toplumu açısından değerlendirme olanağı bulmaktadır. Mektupların hemen hemen hepsi "Sevgili Kızlarım" hitap sözüyle başlayıp "...babanız" imzasıyla bitmekte ve okur çok rahatlıkla "kızlarım" sözcüğü yerine kendi adını koyup mektupların muhatabı, "...babanız" sözcünü değiştirip bir anda mektupların yazarı durumuna gelivermektedir.

Bir babanın çocuklarıyla birlikte geçirdiği yılların ardından, onlar evden şu veya bu nedenle ayrıldıklarında kendisiyle hesaplaşma zamanı gelmiştir. O halde yapılacak ilk iş kendisini sorgulamak olmalıdır. Birlikte geçen yılları irdeleyip "daha nasıl yararlı olabilirdim?" ve "çocuklarıma daha fazla katkı yapmanın yolları nelerdir?" sorularının yanıtlarını arayarak ulaştığı sonuçları yine onlarla paylaşması gerekmektedir. İlk mektuplardaki duygusallık, "keşke şunları yapsaydım da bunları yapmasaydım" ikilemi şeklindeki iç hesaplaşma öğeleri, daha sonraki mektuplarda yerlerini, evden ayrılan çocukları belirli süre göremeyecek olmaktan kaynaklanan koruma ve yol gösterme içgüdüsüyle oluşturulmuş öğütlere bırakmaktadır.

Mektuplar, gidenle kalanın birlikte geçirdiği yılları irdeleyen, mektubu yazanın kendini sorguladığı hatta tüm yaşamı analiz ettiği ve ulaşılan sonuçların paylaşıldığı en yalın dille yazılmış, samimi itirafları ve yaşam sentezini kapsayan yazın eserleridir.

İnsanlar zaman zaman evlerinin pencerelerine gelip gece dışarısını seyrederler. Her yanan ışık bir evi, her ev bir aileyi, her aile birçok yaşamı barındırır içerisinde. Kim bilir o evlerde yaşanan sevinçler ve üzüntüler nelerdir? Ne tür olaylar ve duygular yaşanıyordur? Oysa tek başına bakıldığında her yaşam ayrı bir bireye aittir ve ona özeldir. Dolayısıyla birey zamanın ve mekânın sonsuzluğunda aslında yapayalnızdır. Bu yalnızlığı en iyi genç kızlarımız algılar. Çünkü onlar; hem bu evrensel düzenin, dünya denen küçük gezegendeki yaşam biçimini, insanlığı sürdürmekte çok önemli bir işlev sahibi olduklarının bilincindedirler, hem de erkeklerden ve yetişkinlerden daha duyarlı olduklarından, içinde bulundukları evreni, bedenlerinin ve ruhlarının her zerresinde hissederler.
Böylesine üstün bir işleve, hatta insanlığın devamını sağlamaktan tek sorumlu olarak kendisini gören genç kızlarımız ne kadar özgürdürler? Aslında, hür irademiz sandığımız şey, genlerimizin belirlediği iç güdülerimizden ve çevremizin koşullandırdığı alışkanlıklardan ibarettir. Erkek egemen toplumlar yüzyıllardır kızlarımızın özgürlüklerini engellemeye çalışmışlar ve günümüzde de bu çabalarına devam etmektedirler. Oysa başta erkeklerin, sonra da toplumdaki tüm bireylerin özgür olabilmeleri için kızlarımıza sonuna kadar güvenilmeli ve onlara tam özgürlükleri verilmelidir.

Kıskançlık, hürriyeti engelleyen en önemli öğedir. Zira pek çok kişinin öne sürdüğü gibi, erkeğin sevdiğini başkasına kaptırma korkusundan ya da rekabet duygusundan değil sadece ve sadece ilkel bir egoizmden kaynaklanır kıskançlık. Erkeğin kıskandığı, kadının konuştuğu ya da selam verdiği kişi değil doğrudan doğruya, kadının, erkeğin denetimi dışında yani özgür iradesiyle davranması olgusudur. Çünkü kıskanan ve bunu şiddet yoluyla dışarı vuran erkek, aslında ilkel bir anlayışla, kadını malı gibi gören, onun özgürlüğünü ve özerkliğini, kısacası, kadının da kendisi gibi bir insan olduğunu reddeden erkektir. Hiç unutulmamalıdır ki kıskançlık hele hele aşırı kıskançlık, sevginin değil, ilkelliğin belirtisidir ve hiçbirimizin ilkel olma hakkı ya da özgürlüğü yoktur.
Her genç kız güzeldir! Fiziksel görünüm şüphesiz insanın kişiliğinin önemli bir parçasıdır. Ama yüzümüzün ve bedenimizin her parçasını değiştirme olanağı sağlayan estetik ameliyatların artık çok yaygın olduğu günümüzde, iç dünyamız ve bunun yansıması olan tutum ve davranışlarımız bir insanı güzelleştiren ya da çirkinleştiren daha önemli öğeler halini almıştır. O yüzden yaşama gülümsenmelidir. Çevredeki insanlara pozitif elektrik verilmeli, sempatik olunmalıdır. Güzel olmanın bir başka yönü de empatik olmaktan yani kendimizi başka insanların yerine koyabilme yeteneğinden ve vicdani dengeleri yerli yerine koyabilmekten geçer. O halde güzel-çirkin kız ayrımı, sempatik ve empatik olanlarla duyarsız ve kaba olanlar arasındadır.

Kızlarının ABD'deki eğitimleri boyunca yazmaya devam ettiği mektupları topladığı bu eserinde; Prof.Dr. Emre KONGAR'ın, yıllar boyu, gerek devlet kademelerinde gerekse özel sektörde elde ettiği yaşam deneyimlerinin bir çoğunu bulmak olası. Kitap, bir babanın kızlarına duyduğu sevginin toplumun içinde ve dışında, onlara hiç bir karşılık beklemeden aktarmasının yollarını gösteren bir rehber olarak ele alınıp okunmalıdır.


Not : Diğer kitaplarını beğeniyle okuduğum Emre Kongar'ın bu kitabınıda çok merak ediyorum acaba busefer neler öğreneceğim diye...

24 Ağustos 2010 Salı

Dikkat yarışma var!

Bu şahane yarışmaya hepinizi beklerim arkadaşlar !


2 Ağustos 2010 Pazartesi

Ölüm..




27 Temmuz Pazartesi gecesi sonunda hepimizin yüreği yangın yerine döndü.Kanser denen o illet hastalık teyzoşumu hepimizden kopartarak aldı götürdü.Bizleri teselli eden tek şey ise, son saatlerinde hiç acı çekmemesi ve beraat kandilinde ruhunu teslim etmiş olması oldu .Teyzoşum vefat edeceği zaman kelimeye şaadet getirmiş ,duasını okumuş ve huzur içinde ruhunu teslim etmiş.Kuzenim diyor hiç ama hiç acı çekmedi diye...

Ama ölüm haberi bize geldiği zaman evde yaşanan panik ise benim hala hafızamda ... Aman annem duymasın oldu o gece sabaha kadar anneme belli bile etmedik sabah olunca bir şekilde öğrenicekti çünkü, söyleyecekti yada duyacaktı zaten. Anneme hemen söylemememizin sebebi ise annem ogün akşama kadar teyzoşumun yanındaydı ve eve geldiğininde bize son duru hakkında bilgi verdi durumu çok ağır hazırlıklı olun diye ama kendi hazırmıydı?
Hayır değildi.


Haberi annemden gizlemek zorunda kaldık çünkü günlerce hastanede kalmış ve yorgun düşmüştü kaldıramazdı ayrıca kalp hastasıydı onada birşey olacak diye çok korkduk .Gecenin bir körü eczaneleri gezerek sakinleştirici bulduk ve sonrasında ise sabaha kadar nöbet tutduk annemin telefonlarını gizledik daha da yetmedi yönlendirme yaptık ki uyanmasın diye sabah olunca hiç bişey yokmuş gibi kalkıp kahvaltısı yaptırdık zor günler onu bekliyordu ve güçlü olması gerekliydi :( O farkında olmadan ona sakinleştirici vermek zorunda kaldık ama o sırada gelen acı telefonla öğrendi annem durumu apar topar İzmit'e gittik ve teyzemin son yolcuğu için hazırlıklara başlandı .. Sonrasında cenazemizi alıp doğru Giresun'a götürdük ... Bütün köylü ve ailesi herkes hepimiz ordaydık ve dedik ki ne çok seveni varmış teyzemin ... Acı büyük söylenecek o kadar çok söz vardı ama anlatılamaıyor sadece bukadarı çıkıyor beyinden ...

Sen rahat uyu teyzoşum.Mekanın cennet olsun !